Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
# Roman Hakkında Kısa Bilgi # Matmazel Noraliyanin Koltuğu Özeti # Matmazel Noraliyanin Koltuğu Romanındaki Karakterler # Ferit # Necmiye Hanım Teyze # Selma # Vafi Bey # Yahya Aziz # Cevat Bey Mister Joe # Muhtar # Saim # Suzy # Ahmet Tosun # Matmazel Noraliyanin Koltuğu İnceleme # Mekan ve Zaman Değerlendirmesi # Kaynak
Tarih: 2014-09-29 21:00:00 Kategori: Edebiyat
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Matmazel Noraliyanin Koltuğu Nedir
Bu Yazıda Neler Var:
Roman Hakkında Kısa Bilgi
Peyami Safa'nın olgun eserlerinden biri olan Matmazel Noraliya'nin Koltuğu, adlı roman konusu, mesajı ve psikolojik ve sosyolojik tahlilleri ile sahasında önemli romanlarımız arasında sayılmaktadır. Romanda madde ve mana karşısında; cemiyetle kendi ruh dünyası arasında çatışma içerisinde bulunan aydının bir senteze ulaşarak olgunlaşması konusu ele alınmıştır. Kâinat ve bu kâinatta bulunan varlıkların sırrına vakıf olma gayreti; kâinatta var olan mahlukatın, yaratılış gayesi ve gayenin insanı zorlayan sırları ana fikri etrafında kurgulanmış olan romanın ana kahramanı Ferit'tir. Ferit, ince ruhlu, itikadı zayıf hariciye memuru bir baba ile yarı sanatkâr, yarı deli, erkek düşkünü, veremli ve veremden iki yetişkin kızını kaybetmiş, ayyaş, kokainman, Paris`de okuduğu için kültürlü, genç yaşında ölmüş. bir ananın oğludur.Matmazel Noraliyanin Koltuğu Özeti
Bir hariciye memuru ile veremli bir annenin çocuğu olan Ferit’in iki ablası da annelerinden kaptıklarıhastalık sonucu ölürler. Bu acılara dayanamayan baba da Avrupa’ya gider. Diğer yandan Ferit’in küçük
kardeşi Nilüfer de vereme yakalanır. Ferit, hastalığın ilerlememesi için kardeşini annesinin yanından
alıp teyzesinin yanına gönderir. Bir süre sonra annesi de ölür. Yaşadığı bu olaylardan sonra Ferit, tıp
fakültesinden ayrılır, din duygusundan iyice uzaklaşır, mistik konulara ilgi duymaya başlar ve felsefe
öğrenimine yönelir. Kaldığı pansiyondaki garip tipler ve değişik karakterli insanların da onun psikolojisi
üzerinde etkileri olmuştur. Ferit burada bunalımlar, huzursuzluklar ve çeşitli acılar duyar. Lise öğretmeni
Aziz Bey, Ferit’e yaşadığı bunalımdan kurtulmak için bir ev tutup Nilüfer’le birlikte bir süre dinlenmesini
tavsiye eder. Ferit bir yıl önce ölmüş olan Matmazel Naroliya adlı bir kadının evini kiralar. Noraliya, çok acı
çekmiş, çok mutsuz yaşamış, bu yüzden genç yaşında kendisini dine adamış ve bu şekilde o sıkıntıdan
kurtulmuş bir kadındır. Kiraladıkları evin kilitli bir odasında bulunan koltuğa oturarak Noraliya’nın hatıra
defterini okumaya başlayan Ferit, yeni sezgiler geliştirir. Artık dine karşı saygılı ve inançlıdır. Kız kardeşi
iyileşmeye başlar, ayrıldığı sevgilisi Selma ile yeniden birlikte olur. Matmazel Noraliya’nın tecrübeleri, Ferit’e
ümit kapılarını aralamıştırGözlerini açtı. Uyanma duygusunun etrafını pek az aydınlatan loş bir bilgi halesi içinde, sesin rüya
bittikten sonra kesilmediğini yarım yamalak idrak etmeye başlamıştı. Sağ yanındaki duvara değen dirseğinin
ucundan yukarıya doğru yürüyen kireç soğukluğu, yokluğun içinden yavaş yavaş çıkan bir kolunu ona
tamamıyla keşfettirdiği anda, nefsiyle dışarda bir madde arasındaki temasın delaletinden gelen taze bir
idrak, bütün vücudunu mekân içinde tesis etmesini kolaylaştırdı ve bir derece daha uyandı. Karyola ile
duvar arasına kaymış ve sıkışıp kalmış omzunu, altında somya olmadığı için kamburlaşan şiltenin ortasına
doğru zahmetle çekti, başını yastığın çukuruna yerleştirdi ve kulak verdi.
Haykırış, rüyadakinden daha yakın ve daha keskin, devam ediyordu. Henüz onu dolduran kelimelerle
yeni uyanmış dikkat arasındaki temas ısınmadığı için, sesin terkibindeki açlığın mana unsurları silikti. Yavaş
yavaş bazı kelimeler seçilebiliyordu. “Duvar mısın?” yahut “Duyar mısın?”, “Çabuk”, “Yürü”. Sonra, bütünü
kavranamayan uzun cümleler arasında kısaları belirledi: “Çıldırtacaksın beni.”, “Saadetini de alamadın.”,
“Sallanma, sallanma, çabuk!”
Odasının bir tahta bölme ile bitişik odadan ayrıldığını hatırlayıncaya kadar bu sesin oradan geldiğini
anlayamadı. Şimdi iyice duyuyordu. Bir kadın sesiydi bu. İnce ve keskin, dikkati hemen kapan ve
bırakmayan bir ses. Şiddeti eksilmeyen ve iniltiye doğru hiçbir ricat ümidi vermeyen bir ses –Ne kadar
annesini hatırlatıyor!– Ve acı, çok acı bir ses. Bir ses ki, şu tahta bölme gibi önüne çıkan her maddeyi bir tül
kadar inceltip delik deşik ederken açtığı ince boşluklardan içeriye, cevheri örselenmeden, elenmiş bir hâlde
giriyor. Rüyadakinin tıpkısı. Bir ses ki yapışkan ve sürekli. Hâlâ ayni şiddetle haykırıyor. Bir ses ki unutulmaz.
Bir ses ki, bir ses ki, felaketli bir ömrün bütün zehirlerini, onların birikmesinde günahı olmayanların da içine
doldurabilmek için, en küçük bir şikâyet sebebini büyük bir boşalma fırsatı gibi yakalar, tizleşir ve kezzap
gibi keskinleşerek yalnız sahibini değil, bütün insanları tehdit eden meçhullere karşı imkânsızlığın çığlığı
imiş gibi içimizdeki ümit köklerini haşlar ve hepimizin müşterek haykırışımız olmak istidadını kazanır.
Gözlerini yumdu ve kaçan uykusunu ararken, rüyasının uçuk hatırası içinde, ona seslenen babasının
sözlerinden –Ferit, ferit, id, id...– ve kahkahalarından parçalara bitişikten gelen ve şimdi bütün cümleleri
rahatça işitilen ses karışıyordu: “Ne yedin oğlum; söylesene, yine o bademli, yoğurt tatlısı mı? Yeme diyorum
sana. Bas diline parmağını, bas, bas da kurtul, bağırtma beni, bas, bassana...”Gözlerini açtı ve başını kaldırdı.
Bitişikte her gece böyle bir gürültü kopması ihtimalinin verdiği korku içinde, birinci geceyi
Bitişikte her gece böyle bir gürültü kopması ihtimalinin verdiği korku içinde, birinci geceyi
geçirdiği bu odadaki uykularının geleceğe ait şansını tahmine
elverişli bir keşifte bulunmak için yataktan kalktı, ışığı yaktı,
paltosunu sırtladı ve bitişik odanın kapısına koştu. Elini topuza
değdirir değdirmez kanat açılıvermişti.
“Bu ne gürültü! Uyuyamıyorum!” diyemedi.
İki demir karyola arasında, ayakta duran kadın, birdenbire
açılan kapının önünde onu görünce, başını omuzlarının arasına
kısarak ve elinde tuttuğu bir tası göğsüne vurarak öyle şiddetli
bir korku refleksiyle geri çekildi ve büzüldü ki, Ferit, bitişik
odanın yeni kiracısı olduğunu haber verdikten sonra, “eğer bir
hasta varsa...” deyip yardım teklif etmek zorunda kaldı. “Eksik
olma oğlum.” dedi kadın. Uzun boylu ve zayıf. Kırkını geçkin.
Dirseği yırtık neftî bir örme ceket giymiş. Ferit’e kırpılmadan
bakan, biri ötekinden daha büyük, çipil ve nemli gözler, sola
doğru hafif çarpılmış ağız. Sağındaki karyolada oturmuş, yüzü
sapsarı bir oğlan çocuk. – Tası tutan elini birdenbire yanına sarkıtan kadın onu gösterdi ve “Zehirlenmiş
galiba!” dedi. – Soldaki karyolada yorganı burnuna kadar çekmiş, yaşı belli olmayan bir kızın parlak siyah
gözlerinde, hayaletler görüyormuş gibi ürkek ve yabani bir dikkat.
Kadın yine bağırmaya başladı: “Gitsin, bir doktor alıp gelsin, hâlâ ayağına bir pantolon çekecek.” ve
soldaki karyolanın ötesindeki boşluğa gözlerini dikerek tekrarladı: “Çabuk, sallanma, çabuk!” Fakat orada
kimseler yoktu.
Ferit kadının muhatabını araştırırken onun bir koluna bağlı ince bir çamaşır ipinin soldaki karyolaya
doğru uzandığını ve kol kıpırdadıkça, orada yatan kızın yorgan altındaki ayağını harekete getirdiğini gördü.
Kadını kıza bağlayan ipin manası üzerinde fazla düşünmeye vakit kalmadan sol tarafta bir yükün yarı
aralık kapısı ardına kadar açıldı ve içerden cüce denecek kadar ufak yapılı, beyaz kırpık bıyıklı, pembe
bir ihtiyar çıktı. Eziyetli ve sarsak iki adım attıktan sonra, durdu. Öne doğru eğildi, avucunu sağ bacağının
kalçası üzerinde baldırına doğru kuvvetle bastıktan sonra, ağır ağır doğruldu ve gülümsedi. Gözlerini yükün
içine doğru çeviren Ferit, orada, küçük ve örtüsüz bir şilte, bir yastık ve yorgan yerini tutan eski bir palto
gördü. Orada yattığı anlaşılan ihtiyar, Ferit’e ince bir çocuk sesiyle “Selamün aleyküm” dedikten sonra,
geriye döndü, paltosunu ve şapkasını aldı. Hekim çağırmaya lüzum olmadığını söyleyen Ferit, Ben doktor
mektebinde okuyorum, dedi, çocuğa bir bakayım da ondan sonra...
Kadının yüzünde, burnunun dudağına yakın sol tarafında bir Halepçıbanı vardı ve öfkeli anlarında
bile, yalnız o yanağına bakılırsa gülümsediği hissini veriyordu. Hızır gibi imdadına yetişilmesine sevinirken,
bu sefer öteki yanağında şahinden beliren bir gülümseyişe nisbetle sol yanağı öyle hareketsiz kaldı ki, bir
bakışta bu farkı yakalayan Ferit, onun yakınlarda bir yüz felci geçirdiğini anladı ve çocuğa yaklaştı.
…
Uykusu kaçmıştı. Oğlanın mide çukurunu yoklarken ellerini onun kirli tenine değdirdiğini hatırlayınca
yerinden kalktı, havlusunu ve çantasından sabun kutusuyla tırnak fırçasını alarak helaya koştu. Biraz evvel
burada yıkanırken, musluğun bu kadar iyi uğulmuş ve parlatılmış olduğuna dikkat etmemiş miydi? Bu harap
evde, sarhoşların mesanelerini boşalttıkları mundar sokağa ve kiracıların refah seviyelerine göre fazla bir
temizlik vardı. O gün, öğleden sonra odabaşı –neydi adı? Nafi, Safi, daha doğrusu Vafi galiba– Vafi’nin odasına
girdiği zaman, onun Ferit’le konuşurken elinden hiç bırakmadığı bir şemsiyenin gümüş sapını
girdiği zaman, onun Ferit’le konuşurken elinden hiç bırakmadığı bir şemsiyenin gümüş sapını
parlattığı ve göze çarpan madenî eşyanın –kapının arkasındaki pirinç mangal, yazı masasının üstündeki
hokka takımı ... ve karyola topuzları– hepsinin bir manyak dikkatiyle parlatılmış olduğunu hatırladı. Vafi Bey
titizdi anlaşılan. Koruk yeşili gözlerinden ekşi bir ruh sızan bu ihtiyarla kendi arasındaki mizaç benzeyişi
yalnız bu noktada olabilirdi. Onun baston sapını parlatmasıyla Ferit’in ellerini yıkaması arasında aynı
maninin bazen yarım saat sürdüğü bir ısrar vardı. Ferit de ellerini sabunlar, sabunlar, tırnaklarını fırçalar,
fırçalar, peşinden suyu boşattır; sonra yine sabun, fırça, su; bir daha, bir daha, bir daha ve eller yorulup da
öfkelenen sabunu zaptedemeyecek hâle gelinceye kadar, hayalî kirleri temizleme ameliyesi devam ederdi.
Yine de öyle oldu. Omzunda getirdiği bir havlu ile, her parmağını bir güderi parçasıyla altın kalem siler gibi
tekrar tekrar ve iyice kuruladıktan sonra, odasına dönüyordu.
Karanlık sofada, binanın derinliğinden gelen, uğultu hâlinde bir saz sesi duydu... O kadar uzakta
değildi. Hatta bu katta, evet; ya şu karşıki odada yahut kendi odasının sağındakinde. İkisinin ortasında
durup kulak verdikten sonra, kendi odasının sağındaki kapıya yaklaştı. Tamam. İçeride hafif mızraplı
tambur çalınıyordu. Gözlerini kilidi sökülmüş ve büyümüş anahtar deliğine uydurdu. Vafi Bey, bu ev çaycı
Kasım’ın idaresinde iken, acemin ayaklarında varis olduğu için sık sık yutan katlara çıkamaması yüzünden,
demin çok pahalı olduğu tarihlerde, asilzadelerin –yani o zamanki kiracıların– oda kapılarındaki kilitleri
söküp götürdüklerini ve yalnız Ferit’in odasında ondan evvel oturan çilingirin kapıya kilit yaptığını anlatmıştı.
Fakat bu anahtar deliğinden görünen şey, sadece ince ve acayip bir dumandı. Ferit doğruldu. Kapının reze
tarafına yakın yerinde bir parmak kalınlığında bir çatlak gözüne ilişti. Oradan baktı. Tam karşısına gelen
karyolada oturmuş, kabarık ve kıvırcık saçlı, büyük başını önüne sarkıttığı için yüzü görünmeyen iri yapılı
bir adam, kendisinden başka kimsenin duymasını istemediği için pek hafif çaldığı saza kulağını değdirecek
kadar yaklaştırmıştı.
…
Şimdi yine tambur sesi geliyordu. Ferit içeriyi tekrar gözetlerdi. Bu sefer adam bir dakika bile çalamadı.
Sazı bıraktı ve yine kaşınmaya başladı. Sonra tekrar sazı yakaladı. Geri çekilen Ferit, o ana kadar
tamburdan gelen sesin yalnız fizik bünyesine, biraz da ritmine dikkat etmişti. Musiki bilgisi kıt olduğu için,
sazı dinlemeye başladığı andan beri, birbirinin aynı imiş gibi, yahut aralarında pek az farklarla tevali eden
ve makam mı, nağme mi, başka bir ad mı aldığını bilmediği seslerin uzayışı ve mızrabın sertçe vurduğu
anlarda, yan yana bir sürü “z” harfinin okunurken çıkarabileceği vızıltalara benzeyen titreyişi, onda eski bir
hatıraya bağlı ruh hâlini şimdi uyandırabilmişti. On beş sene evvel Beşiktaş’taki evde, akşamları, teyzesi
Necmiye Hanım, asmanın altındaki pencerede ut çalarken, Ferit, yaprakların gittikçe kararan yeşiline
gözleri dalarak sanki her şeyin rengini o çalgının soldurduğu hissine kapılır gibi olduğu anların hüznünü
andıran bir sıkıntı duydu. Belki şimdi çalınan şey, o zaman dinlediklerinden biriydi. Silkindi ve çocukluğuna
ait hatıraların hücumundan kaçarcasına odasına girdi.
Yatağın kenarına oturdu. Soyunamayacak kadar yorgundu, fakat uykusu yoktu. Bir müddet kımıldamadı.
Tambur sesi gelmiyordu. Bitişikte de çıt yoktu. Yalnız kulağında, fakat içinde mi, dışında mı olduğunu fark
edemediği bir acayip ses, kalın bir demir telin fiskelendiği zaman çıkardığı uğultuya benzer bir vınlama
vardı. Buna, çok uzaklarda çakal ulumalarına yahut boğuk insan haykırışlarına benzer sesler karışıyor, başı
da dönüyordu. Tam o anda, zihninde simsiyah, ortalarında birer ışık beneğiyle, kırpılmayan gözlere benzer
karanlık iki yuvarlak peyda oldu. Bunların göz intibaı vermeleri, soluk şekillerinden ziyade, hafızaya çok yeni
girmiş taze bir göz hatırasını uyandırır gibi olmalarındandı. Demin bitişik odada bir andan fazla görmediği
somnambül kızın gözleriyle bunlar arasında vahşi bir ifade benzerliği vardı. Fakat gitgide anlaşılmaz
perspektif istihaleleriyle yerlerini ve hacimlerini değiştirerek ön plana geçiyorlardı. Onlar büyüdükçe, Ferit’in
kulağındaki uğultu şiddetleniyordu. Sanki uzaklarda bütün bir şehir halkı ona hitap ederek haykırıyordu.
Odasına döndü ve yatağının ayak ucunda durdu. Kulağında sesler yine vardı, fakat hafiflemişti. Yalnız,
Odasına döndü ve yatağının ayak ucunda durdu. Kulağında sesler yine vardı, fakat hafiflemişti. Yalnız,
deminki gözler yerine bu sefer tam bir yüz görünüyordu. Aynı gözler, dar ve çıkık bir alnı üzerinde simsiyah
bir saç yığını, geniş ve sivri şakaklar. Buraya kadar, yorganı burnuna çekmiş yatan kızın tıpkısı. Fakat
yorgan yok. Ortası hasta çocuğunkinden daha az basık ve kanatları geniş bir burun altında, üst dudağı ince
bir çizgi hâlinde ve alt dudağı kalın bir ağızla yuvarlak ve yumuk bir çene arasında koyu bir gölge yutmuş
çukur.
Matmazel Noraliyanin Koltuğu Romanındaki Karakterler
Ferit
Romandaki ana vakanın merkezinde yer alan ve her türlü düşünsel, ruhsal verinin algı odağı konumunda olan Ferit karakteri, birincil öneme sahiptir ve incelikli biçimde kurgulanmıştır.
Tıbbiye’yi terk edip felsefe eğitimi almaya başlayan (bir anlamda “madde”den “ruh”a yönelen), fakat felsefe eğitimini de yarıda bırakan Ferit; Ferit, peş peşe veremden kaybettiği iki ablasının ardından annesini de aynı hastalıktan kaybetmiştir. Bu sıkıntılı süreçte ailenin maddî varlığı da tükenmiştir. Babası ise maddî açıdan tekrar toparlanmak arzusuyla henüz İkinci Dünya Savaşı devam ederken Londra’ya gitmiştir ve o günden sonra haber alınamadığı için yaşayıp yaşamadığı dahi bilinmemektedir. Ferit’in hayattaki tek kardeşi Nilüfer de veremden muzdariptir ve dindar bir kadın olan teyzeleri Necmiye Hanım’ın yanında kalmakta ve ağabeyinden kendisini kurtaracak yardım elini beklemektedir. Ardı ardına gelen bu trajik olayların ruhsal olarak son derece yıprattığı Ferit, maddî durumu nedeniyle bulabildiği ucuz bir pansiyona yerleşmiştir.
Saplantılar (“ses” başta olmak üzere insanların konuşma dışındaki ifade araçları üzerinde aşırı biçimde durma, bu araçlardan yola çıkarak değişken yorumlarda bulunma, aşırı temizlik tutkusu), çıldırma korkusu (siyah köpek ve çıplak kadın sanrıları, ani krizler nedeniyle kendini kaybetme), inançsızlık (hayata ve çevresindeki insanlara gerçekten değer vermesini sağlayacak bir idealden yoksun oluşu), sürekli bir kararsızlık ve tereddüt hâli Ferit’in en belirgin karakteristik özellikleridir.
Daha ilk satırlarda yarı uyku hâli içinde tasvir edilen Ferit, yazarın tercihi doğrultusunda romanın sonunda uyandırılır ve Ferit; ruhu, kesin olarak maddeye tercih eder. Yine romanın gece başlayıp gündüz ile sonuçlanması, kapalı bir mekân olan pansiyonda başlayıp, açık bir mekânda (ada) sona ermesi Ferit’in kurtuluşunu simgeleyen detaylar arasında yer almaktadır.
Necmiye Hanım Teyze
Necmiye Hanım, Ferit’in teyzesidir ve Ferit’in hasta kız kardeşi Nilüfer ile birlikte yaşamaktadır. Necmiye Hanım, dindar bir kadındır ve dindarlığı Nilüfer’e eziyete dönüşmüştür. Sabah karanlığında genç kız uyanmakta, kuyudan su çekip abdest ibriğini doldurmakta, teyzeye namaz için su ısıtmakta ve evin diğer hizmetini görmektedir. Eskiye dayalı para konuları, teyzenin mal varlığına rağmen kardeşlere yardım etmemesi, iki kardeşi teyzeye düşman etmiştir.
Teyze, Ferit’in pansiyon arkadaşı Tanbûrî (Tosun) tarafından katledilir. Ferit, olaydan önce bir cani olduğunu bilmeksizin ailenin içinde bulunduğu durumu ve teyzenin tavrını Tanbûrî’ye anlatmıştır. Tanbûrî, sağlıklı düşünemeyen ve karşı koyamadığı içgüdüleriyle işlediği cinayetlere, katlettiği insanların ahlâk dışı hareketlerini gerekçe olarak kullanmakta olan biridir. Ferit, bir dertleşme ânında teyzeyi anlatınca Tanbûrî onu öldürür, paralarını çalar ve Ferit’e getirir.
Necmiye Hanım aile içinde gördüğü davranışlardan, küçümseme ve alaylardan, bunun yanında hayatta arzu ettiği hiçbir şeye kavuşamamış olmaktan dolayı aslında inanç dünyası sarsılmış biridir. Adaletin var olduğu bir dünyada hayatının böyle olmaması gerektiği sonucuna varmıştır. Nilüfer’e hikâyesini anlatırken Allah’ın varlığı konusunda “hâlâ var mıdır yok mudur bilmem” der ve ibadete alışkanlıktan devam ettiğini söyler. Ne dine ne de insanlara inancı kalmıştır. Yani görünüşte dindar olmakla birlikte içten içe ruh / madde ikileminde kararsız salınan bir benliktir.
Selma
Selma, Ferit’in kız arkadaşıdır. Ferit, ona karşı olan duygularını tam olarak adlandıramamaktadır. Cinsel beklentilerini belli ettiği Selma ile oturup konuştuklarında “Bende bir ruh yok mu?” sorusu ile karşılaşır. Ferit de, “Sen boyadığın ve süslediğin vücudunla bende hangi duyguya hitap ediyorsan ondan cevap alıyorsun.” der. Selma’nın annesi hafif meşrep, histerik bir kadın olarak tanınmaktadır. Selma hem din ve milliyet mevzuları nedeniyle hem de annesi babasını aldattığı için anne tarafıyla soğuktur ve babaannesinin yanında kalmaktadır.
Vafi Bey
Vâfi Bey, Ferit’in kaldığı evin odabaşıdır. Evi, Kâsım adlı birinin elinden, idâre etmek üzere almıştır. Son derece dindar bir adamdır. Evde meydana gelen her türlü olağandışılığı taife-i cinin marifeti olarak görmektedir. Ferit’i vehimlerle boğuştuğu anlarda teskin etmektedir. Ferit, Vâfi Bey’in açıklamalarını pek inandırıcı bulmuyormuş gibi görünse de zaman zaman onun etkisinde kalmaktadır. Yaşadığı kimi metapsişik deneyimlerin öznelerinden biridir Vâfi Bey.
Bir gün Ferit’in ellerini avucuna alır ve ona aile geçmişi, içinde bulunduğu durum ve geleceği hakkında gördüklerini anlatır. Ferit, özellikle geçmişi ve ailevî durumuna dair söylediklerinin isabetinden etkilenir. Bu duruma akılcı açıklamalar arar. Vâfi bey’in kiracı alırken iç güveysi gibi tahkikat yaptırdığını söylediğini hatırlar. İsabetli yorumlarını buna bağlar. Vâfi Bey ile yaşanan benzer nitelikteki birkaç olay, Ferit’i (ve okuru) ruhsal olana yönelten ilk bilinçsiz adımlardır.
Yahya Aziz
Ferit’in fikren rahatsız olmadığı tek karakter, lise felsefe hocası Yahya Aziz. Yine de Ferit’in Yahya Aziz’e dair ilk izlenimi olumlu değildir. Ferit’in Aziz’le tanışması kız kardeşi Nilüfer dolayısıyladır. Aziz -Nilüfer’in kız kardeşi olduğunu bilmeksizin- Ferit’e tanışma maceralarını anlatır. Nilüfer’in cazibesinden etkilendiği yolunda imada bulunur. Ardından Nilüfer’in Ferit’in kardeşi olduğunu öğrenince hafif bir utanç duyar.
İkinci karşılaşmalarında ise Ferit, ruhsal sorunlarından, krizlerinden, gördüğü hayallerden söz ettiğinde, Yahya Aziz bütün bunların tıbbî açıklamasının yetersiz kaldığını, “mümkün” durumlar olduğunu, en azından “lehde ve aleyhde izah imkânlarımın da, kendi tecrübelerimin de dışında kalan iddiaları kabul ve reddetmeğe hakkım yoktur.” deyince, “sûret-i mutlakacı olmayan bu adamı kucaklamak arzusu” duyar.
Ferit, çıplak kadın hayalinin varlığını ve kendisini boğma teşebbüsünü anlattığında, Yahya Aziz de psikoloji biliminin bu tip olaylara halüsinasyondan öte bir açıklama getirmediğini, yani psikolojide sadece belirtilerin tanımlandığını, sınıflandırıldığını ve bir ad verildiğini söyler. Doğal olarak ona göre tasvir etmekten başka bir şey olmayan bu bilimsel açıklama ya da teşhis de bireyleri tam olarak ikna edememektedir. Bu, Ferit’in umduğu cevaptır. Delilik ya da buhran iması dışında, yaşadığı olaya ciddiyet ve umursamayla yaklaşan birini nihayet bulmuştur. O andan itibaren, Yahya Aziz, ruh / madde merkezli sohbetlerin, Ferit’i (ve okuru) zihnen etkileyen yönlendirici figürü konumuna yerleşir.
Yahya Aziz, Ferit’i şaşkına döndüren olağandışı olayları, resmî ilmin çerçevesi içinde; fakat aksini düşünenlere pay bırakmayı da ihmal etmeyerek aydınlatmaya çalışıyor. Hatta yalnız tabiatüstü olayları açıklamakla kalmıyor; Ferit’in sorularını cevaplandırarak sosyal ekonomik birçok meseleye de temas ediyor.
Cevat Bey Mister Joe
Romanda, asıl vaka açısından birinci derecede önemi olmayan karakterlerden biridir. Asıl adı Cevat Fenman olan Cevat Bey’e aile arasında Mr. Joe denmektedir. Sabit fikirleri olan, kanun budalası bir adamdır. Tipik bir pozitivisttir. Pozitivizmin dogmatik yapısı Cevat Bey’in kişiliğinde temsil edilir. Bu tip aracılığıyla pozitivizme dair eleştiriler sunulur. Ferit gibi şüpheci ve nihilist biri, doğal olarak, her şeyin cevabını tek bir şeyde yani “bilim”de bulan bu karakterden de nefret etmektedir.
Ferit, Cevat Bey’e gece uyku ile uyanıklık arasında iken kendisini boğmaya çalışan çıplak kadın hayalinden söz ettiğinde, o da bu olayı halüsinasyon olarak tanımlar. Bu izah Ferit’i ikna etmemiştir. Cevat Bey, ruhun bir mekanizma hâlinde hafızayı, muhakemeyi, dili ve muhayyileyi idare ettiği kanaatindedir. Ona göre, fizik bilimi bir gün bu mekanizmayı çözüp kanunlaştıracaktır. Bu derece kendinden emin oluş ve her şeyin doğrusunu bildiğine dair güven Ferit’i, pozitivizmden de uzaklaştırmaktadır.
Cevat Bey, Ferit’e felsefeyi bırakıp tıbba dönmesini, tıbbın kanunları aracılığıyla kendisini tanımasının kolaylaşacağını söylemektedir. Hatta daha da ileri giderek “tıpta doktor, felsefede hasta olursun” der. Cevat Bey, Ferit’e “mazbut” diye tanımladığı Selma ile hemen nişanlanması ve tıbba dönmesi şartıyla maddî problemlerini çözeceğini vaat ettiğinde Ferit, acele işi olduğunu söyleyip “bir düşüneyim” deyerek kendini “sokağa atar”. Yani Cevat Bey’in çözümünden kaçar.
Muhtar
Muhtar, Ferit’in milliyetçi arkadaşıdır. Dolayısıyla Muhtar’ın çevresindeki kişileri tanımlama ve değerlendirme konusunda temel ölçütü milliyettir. Muhtar’ın “milli şuur, kolektif irade, camia vahdeti, ideal vecdi” gibi kavram ve terimlere dayalı, aslında topyekûn millet olma bilincine dayalı düşünsel altyapısı Ferit’i sıkmaktadır. Çünkü Ferit’in nazarında Muhtar’ın milliyetçiliği de yersiz, zamansız söylevlerle her şeyin çözümünü milliyet bilincine indirgemektedir.
Saim
Saim, Ferit’in sol görüşlü arkadaşıdır. Ferit’e göre Saim’in olayları, olguları tasviri hep aynı klişelere dayanmaktadır: “İmtiyazlı burjuva cemiyeti, proleterya şuuru.” Marksizmin olguları açıklamada -Saim’in sürekli dilinden dökülen- hep aynı argümanlara dayanması Ferit’e ikna edici görünmemektedir. Ferit, kaldığı pansiyonda bir gece karşılaştığı çıplak kadın hayalinden Saim’e söz ettiğinde bunun “dejenere küçük burjuva entellelektüelinin halüsinatif buhranı” olduğu cevabını alır. Bu çözümleme de kaçınılmaz olarak “sınıf tezadına” gelip dayanır. Ferit, bir borç alışverişi ile başlayan ve kadınların cinsel hürriyeti ile ilgili bir nutukla süren bu konuşmadan “acele bir iş bahanesine sarılarak” kurtulur. Saim’in cevaplarından ya da doğrularından kaçar.
Suzy
Asıl adı Seza’dır. Amerikalılaşma hevesinde olduğu için, İngilizceye en yakın şekli olan Suzy ismini almıştır. Ahlaken düşmüş bir kadın olan Suzy, sürekli olarak evine aldığı gençlerle kocasını aldatmaktadır.
Ahmet Tosun
Gece gündüz odasından dışarı çıkmaz. Yemeği odasına gelir. Romatizmalı olduğu söylenmektedir. Fakat romatizma meselesi kendisinin icadıdır. Aslında böyle bir hastalığı yoktur. Tosun, aslında azılı bir katil olan Bursa canavarıdır. Fakat sırrını kimseye bildirmemiştir. Garip bir adalet anlayışı vardır. Kabarık, kıvırcık saçlı ve büyük başlıdır. Sesi kalın ve hırıltılı çıkmaktadır. Annesi, kendisi yirmi beş yaşındayken ölmüştür. Önce köylerine tavuk çalmak için dadanmış tatar karısını, sonra ırz düşmanı İbik Ahmet’i, daha sonra da bir kötüyü temizledikten sonra bu pansiyona yerleşmiştir Ferit’in teyzesini de Tosun öldürmüştür. Bunu neden yaptığını ise, “sana ve kız kardeşine acıdığım için yaptım bu işi” şeklinde izah eder.
Matmazel Noraliyanin Koltuğu İnceleme
Mekan ve Zaman Değerlendirmesi
Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, ilk kez 1949 yılında yayımlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yayımlanmış olan bu romanda, savaşın son demleri, romanın dış siyasal ve toplumsal atmosferini de oluşturmaktadır. Savaş psikolojisinin bireysel ve toplumsal düzeyde yarattığı yoğun güvensizlik duygusu, romandaki karakterlerin ruhsal ve düşünsel arayışlarına çevresel bir zemin oluşturmakta; arayış içindeki bu bireyler aracılığıyla da romanda düşünsel anlamda iki karşıt uç olarak konumlandırılan ruhçu ve maddeci bakış açısı sorgulanmaktadır.
Romanda, Tıbbiye’yi terk edip felsefe eğitimi almaya başlayan; fakat felsefe eğitimini de yarıda bırakan Ferit’in, pansiyon olarak işletilen bir evde yaşamaya başladıktan sonra hayatında, çevresindeki insanlarla ilişkilerinde ve düşüncelerinde meydana gelen değişim, ruhçu ve maddeci görüşün perspektifinden anlatılmaktadır.
Romanın birinci bölümünde, genellikle hâkim bakış açısı ışığında anlatılan olaylar, başkarakter Ferit’in izlenimleri ve değerlendirmeleri aracılığıyla sunulmaktadır. Roman boyunca, Ferit’in gözüyle, her biri bir inanç dünyasını ve yaşama biçimini temsil eden roman kişileri ile tanışırız. Romanda Ferit nihilizmi, Saim marksizmi, Mr. Joe pozitivizmi, Muhtar milliyetçiliği, Vâfi Bey dini tasvir ve temsil etmektedir. Yani romandaki karakterlerin hemen hepsi bireysel olarak ya da gruplar hâlinde belli bir fikri/inancı, temayı ve toplumsal tabakayı simgelemektedir.
Roman genel olarak hâkim anlatıcı zemininde aktarılmasına rağmen, zaman zaman da ben-anlatıcıya dönerek bizzat Ferit’in ağzından, bir iç monoloğa, bilinçakışına ya da bir izlenimin aktarımına sahne olmaktadır. Bu anlarda, neredeyse iradesi dışındaymışcasına yazarın Ferit karakteri “ben”leşerek romanı işgal etmektedir.
Klasik roman tekniğine alışmış olanlar, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu isimli eserde aynı tekniği bulamazlar. Çünkü, eserin belli bir giriş, gelişme ve sonuç diye isimlendireceğimiz kısımlarını kesin çizgilerle birbirinden ayırmak zordur. Yazar, olaya belli bir noktadan, okuyucu için orijinallik arz eden biçimde başlar. Romana başlangıcı, kuvvetli bir düğümle yapan yazar, ara düğümlerle ana düğümü ustaca desteklemiştir.
Dil anlatımda ve tahlillerde ilmî, diyaloglarda şahısların yer ve mevkîlerine göre değişiklik arz etmektedir. Uzun ruh tahlilleri sırasında, birtakım yabancı terim ve kavramlar sık sık kullanılmıştır. Üniversite camiasından olanların diyalogları bir aydının normal konuşması şeklindedir. Cümleler düz, anlatımlar keskin, ifade ve manâ meramı anlatacak biçimdedir. Eda Hanım, Tosun, Fatma, Babuş, Fotika, kendi yöre ve kültür dilleri ile konuşurlar. Tosun, Bursa Canavarı olduğu için, normal bir katil edası ile konuşur. Fotika, Rum şivesi ile konuşur. Diğerleri de buna benzer.
Olay diyalogca zengin bir şekilde sunulmamıştır. Bol bol tahliller ve tespitlerle yüklüdür. Sadece gerekli olduğu zaman diyaloglara yer verilmiştir. Bu da tahlillere imkân hazırlayacak bir şekilde olmuştur.
Eserde dar mekân olarak, pansiyon çevresi görülmekle beraber geniş bir İstanbul çevresiyle de tanışmış oluruz. Genel olarak üç mekândan söz etmek yerinde olur: Kuledibi’ndeki pansiyonun bulunduğu mekân, Ferit’in dışarı çıktığı zaman dolaştığı İstanbul’un çeşitli semt ve sokakları, Büyükada çevresi ve burada ikâmet edilen Matmazel Noraliya’nın evinin bulunduğu mekândır.
Bir başka mekân unsuru da, eserde geçen ve geriye dönüşlerle anlatılan olayların geçtiği mekânlardır. Bunlar Fatma ile ilgili bilgi verilirken ismi geçen mekânlar, Selma’nın baba ve annesiyle ilgili öğrendiğimiz gerçekler konusunda geçen mekân isimleri ile Matmazel Noraliya (Nuriye) ile ilgili hayat hikâyesinde geçen mekân isimleridir.
Romanda geçen olay, belli bir tarihle sınırlanmamasına rağmen, tahminî olarak, iki veya üç aylık bir süreyi kapsamaktadır. Psiko-sosyolojik eserlerin görülen en büyük özelliklerinden biri belli bir zaman ve mekân kuralına bağlı kalmayışlarıdır. Peyami Safa da eserinde böyle bir yol takip etmiştir. Ancak, ara düğümlerle ilgili çözümlemeler yapılırken tarihî zamana yer verilmiştir. Verilen bu zaman anlayışı çok kısa ve gerekli görüldüğü hallerde baş vurulan yol olmuştur.
Kaynak
Zübeyde Şenderin, Ruhçu ve Maddeci Görüş Ekseninde “Matmazel Norliya’nın Koltuğu”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 209 LEE, A. Nana: Peyami Safa’nın Eserlerinde Doğu-Batı Meselesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1996 https://w3.gazi.edu.tr/web/giyaytas/peyami.htm
Tarih: 2014-09-29 21:00:00 Kategori: Edebiyat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx